Nurettin Topçu'nun felsefe, ahlâk, tasavvuf ve sanat denemelerinden oluşan kitap müellifin en önemli eserlerinden biridir. Bu kitaptaki yazılarının çoğunun 60 İhtilali sonrası yazılmış olması Türkiye'nin ve Türk insanının var olması, bir varlık mücadelesi yürütmesi açısından da dikkat çekiyor.
Nurettin Topçu baba tarafından Erzurumludur. Ailesi Topçuzâdeler diye tanınır. Dedesi Osman Efendi, Erzurum'un Ruslar tarafından işgali sırasında Türk ordusunda topçuluk etmiş; bu lâkap oradan kalmıştır. Babası Topçuzâde Ahmet Efendi ailenin tek evladıdır. Hayvan ticareti yapmak üzere İstanbul'a göçmüştür.
Nurettin Topçu altı yaşında Bezmiâlem Valide Sultan Mektebi'nin ana kısmına yazılır. Burayı bitirdikten sonra Büyük Reşit Paşa Numune Mektebi'ne verilir. Mektebi birincilikle bitirir. Babası Ahmet Efendi Çemberlitaş'ta kasap dükkânı işletmeye başlamıştır. Bu sıralarda sakin, biraz içe dönük bir mizaca sahiptir. Küçük bir sandıkta kitap ve gazete biriktirmek merakı vardır. İmlâ öğretmeni Nafiz Bey, Topçu'nun hayatı boyunca sürecek Mehmet Âkif sevgisini uyandıracaktır.
İstanbul Erkek Lisesi'nden mezun olan Topçu, kendi kendine Avrupa'ya tahsil imtihanlarına girer ve 1928'de kazanır. Hamdi Akverdi, Vehbi Eralp, Ziya Somar gibi şahıslarla birlikte burslu olarak Fransa'ya gider. Daha önce giden Remzi Oğuz Arık, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, Cevdet Perin, Bedrettin Tuncer Paris'tedirler. Daha sonra bu şahıslarla, bilhassa Remzi Oğuz ve Ziyaeddin Fahri ile görüşmeleri olacaktır. Topçu önce Bordo Lisesi'ne nakledilir. İlk yazı denemelerini burada kaleme alır ve üye olduğu Sosyoloji Cemiyeti'ne gönderir. Moris Blondel'i bu lise döneminde tanır. Daha sonra mektuplaşırlar. Burada psikoloji sertifikasını verir. İki sene sonra Strazbourg'a geçer. Üniversitede felsefe tahsil eder. Ahlâk kurlarını tamamlar, sanat tarihi lisansı yapar.
Nurettin Topçu Fransa'da Ruhiyat ve bediiyat, Umumî felsefe ve mantık, Muasır sanat tarihi, İçtimaiyat ve ahlâk, ilk zaman sanat ve arkeolojisi dallarından lisans aldı. Yazları İstanbul'a gelip gitmektedir. 1931'de ağabeyi Hayrettin Topçu'yu yanına alır. Topçu'nun Avrupa'daki hayatı okul, ev, kütüphane çerçevesi içinde geçer. Ancak hafta tatillerinde derneklerin tertip ettikleri toplantılara gider. Aynı toplantılarda Samet Ağaoğlu, Ömer Lütfi Barkan, Besim Darkot gibi zatlar da bulunmaktadırlar. Topçu bu arada Tasavvuf tarihçisi Luis Massignon ile tanışır. Dr.Adnan Adıvar'ın Türkçe dersi verdiği Masignon'a daha sonra bu dersi Topçu verir. Strazbourg'da doktorasını hazırlayan Topçu, Sorbon'a gider, doktorasını verir: "Conformisme et révolte". Bu üniversitede felsefe doktorası veren ilk Türk öğrencisidir. Bu tez 1934 yılında Paris'te kitap halinde yayınlanır. 1990 yılında da tıpkı baskısı Kültür Bakanlığı'nca Ankara'da yapılır. "Bergson" konusunda doçentlik tezi hazırladı, fakat kadroya geçemeyince bu tez kitap halinde basılarak yayımlandı. 1934'de Türkiye'ye döner. Galatasaray Lisesi'nde 1935'de felsefe öğretmeni olarak görev alır.
Hüseyin Avni Ulaş ailenin baba dostudur. Çemberlitaş'taki eve sık sık gelir gider. Topçu küçük yaştan beri bu zatın tesiri altında kalmıştır. Yurda döndükten sonra Ulaş'ın kızı Fethiye Hanım'la evlenir. Düğün gününün akşamı İzmir Atatürk Lisesi'ne tayin emri gelir. Nurettin Topçu Hareket Dergisi'ni İzmir'de bulunduğu 1939 yıllarında yayımlamaya başlar. Dergi İstanbul'da basılır. Bu arada eşinden ayrılır. Hareket'te yayınlanan "Çalgıcılar yine toplandı" isimli yazıdan dolayı açılan soruşturma üzerine Denizli'ye sürgün edilir. Denizli'de bulunduğu yıllarda Said-i Nursi ile tanışır, o sırada yapılan mahkemelerini takip eder. Daha sonra Haydarpaşa Lisesi'ne tayin edilir. Bir müddet sonra da Vefa Lisesi'ne geçer.
Çocukluk arkadaşı Sırrı Bey vasıtayısla devrin manevi büyüklerinden Hasib Efendi ve Abdülaziz Efendi ile tanışan Topçu, bu kişilerden hayatı boyu sürecek etkiler alır, Nakşîbendi şeyhî Abdûlaziz Bekkine Efendi'ye intisab eder. Topçu, Celâl Ökten'den de İslâmî ilimler alır.
Faaliyetlerini Türk Kültür Ocağı, Türk Milliyetçiler Cemiyeti, Milliyetçiler Derneği ve Türkiye Milliyetçiler Derneği'nde sürdürdü. Son olarak İstanbul Erkek Lisesi'ne tayin olunan Topçu buradaki görevinden 1974 yılında yaş haddinden emekli oldu.
Tasavvuf ile harmanlanmış bir düşünce kitabı... “Herkes kendi işine değil, kendi içine baksın!” diyen Cahit Zarifoğlu ne güzel demiş. Etrafımızdaki her şeye bakıyoruz da, bir kendimize bakmıyoruz şu garip dünyada. Halbuki günlük hayatımızda kendine iyi bak sözünü ne çok kullanırız. Peki, kendimize iyi bakıyor muyuz? Bunun yanıtı yine kendimizde saklı! Nurettin Topçu’nun bu kitabı da okuru kendi iç dünyasına yolculuklar yapmasına yani kendi içine bakmasına sevk ediyor. ... Yazarın okuduğum ilk kitabı ve gerçekten çok beğendim. Her cümlede ve her başlıkta tefekkür ettim, düşüncelere daldım. Öyle bir şey ki bir cümlede takılı kalınca okumaya devam edemiyorsunuz, anlamadan geçmek istemiyorsunuz. Her kavrama özgün kalemiyle çok derin manalar yüklemiş. Hayran olmamak elde değil. Her sayfasında yaldızlı harflerden oluşan hazinelere sahip bu kitabı herkes okumalı. Böylesine müthiş bir yazarla geç tanışmış olmam ne kadar üzücü... ... İnsanı her yönüyle anlatan bu kitap insanın kendi içine doğru açılan bir kapı gibi. Bu kitap sizi o kapının önüne getirir, belki açmanıza yardım eder ama gerisi size kalmış. Erdemli insan olmanın yolu kendini tanımaktan geçiyor, kuşkusuz. Allah bizleri bu kutlu yolda daim etsin. ... Kendini tanıyanlardan olmak ümidiyle... Sağlıcakla ve Kitapla kalın...
Kept making me wanna cry, or scream my heart out, or just lay there and stare dreamily at the ceiling whole day long. It grabs you by the shoulders and gives you a good shake. Very strong feelings, and very magical way of wording them.
Nurettin Topçu'nun bu kitabı metafizik konulara ilişkin veya metafizik kavramların sıklıkla ele alınıp betimlendiği denemelerden oluşuyor. Bu denemelerin içinde yoğun bir toplum ve birey eleştirisi var. Her ne kadar yeri geldiğinde komünist veya anarşistleri aşırı maddecilikle ve ruh dünyasından uzak olmakla itham etse de benzer eleştirilerin dindarlar için yapıldığı da bir gerçek. Örneğin Zulüm ve Düşman başlıklı yazıdaki "Artık Allah sevgisini mabette bulamıyorsunuz. Sade jimnastik yapanları korkularından kurtaran alışkanlık haline getirilmiş beden hareketleriyle [ki burada namaz kılanları kastettiği sanırım açık], aynı jimnastiği yapmayanlara karşı taşıdıkları kin ve nefrettir, düşmanlık duygusudur. Bu duyguların hiçbiri Allah'a götürmüyor, hiçbir düşmanlık insanı Allah'a ulaştırmaz. İçteki düşmanlıkla ibadet yapılmaz." sözleri bu bakımdan son derece dikkat çekici ve cesurdur.
Bu kitap, modern zamanda dervişâne bir yaşam ülküsünün açık bir dışavurumu olarak özetlenebilir. Yazarın yazma kuvveti, betimlemelerinin canlılığından ve sözcüklere, söz oyunlarında hakimiyetinden anlaşılıyor. Daha ilk satırlardan itibaren karşısınızda epey mürekkep yalamış ve "dirsek çürütmüş" bir kişinin iç dünyasıyla söyleşisini ve bu iç dünyadan insanlara seslenişini bulacaksınız. Kısacası, yalnızlığın önemine çokça değinen bir kişinin bu tercihine ilişkin sunduğu metafizik gerekçelere merak duyuyorsanız, dilimizde pek fazla "denenmemiş" bir tür olan bu denemeleri okumanızı tavsiye ederim.
Ancak bazı eleştirilerim de var, bunları da şu şekilde sıralamak isterim: 1- Kitabın özellikle yarısından sonrası hep benzer imgelere ve aynı denebilecek soyut (metafizik) konulara odaklandığından kitabın kendini okutma cazibesi giderek kayboluyor. Burada sorun kitaptaki yazıları bir araya getiren kişi ve kişilerin sıralama seçimlerine de bağlı olabilir. Bir yerden sonra, her ne kadar başlık değişse bile aynı yazıyı okuyormuşum izlenimine kapıldığımı söylemeden geçemeyeceğim. 2- Kitapta bazı yazım hataları var. Umarım yeni baskılarda düzeltilir. Türkiye'deki yayıncılığın en büyük sorunlarından biri bu editoryal hatalar ve okuyucuya fazlasıyla zaman kaybettiriyorlar. Yine de hataların sayısı genel ortalamanın sanırım altındadır. 3- Metinlerde kullanılan çokça eski sözcük var. Keşke editör bunlar için kitabın sonuna veya bu sözcüklerin geçtiği sayfaların altına açıklama notları koysaydı. Bugün bu sözcüklerin anlamlarına ulaşmak kolay olduğundan yazdığım bu eleştiri gerçekçi bulunmayabilir. Ancak öyle sözcükler var ki yazarın bunları tam olarak hangi anlamda, yani örneğin sözlükteki ilk anlamıyla mı yoksa İslamiyet bakımından özel bir durum veya kavrama atıf yapmak isteyerek mi kullandığı belli olmayabiliyor. Editör notu bu tür ikilikleri okuyucu bakımından ortadan kaldırabilir ve metinlerin daha iyi anlaşılmasına yol açabilirdi. 4- Metinlerde çokça kullanılmış eski sözcüklerin yazım biçimlerinde de sorunlar var. Her ne kadar alfabemiz değişse de hâlâ dilimizin yazım kuralları tam olarak oturmuş değil. Dolayısıyla bazı sözcükler metin içinde geçtiği şekliyle sözlüklerde yer almıyor. Editörün bu sözcüklere de dipnot vererek farklı yazım biçimlerini işaret etmesi gerekirdi. Örneğin zâhir mi zahîr mi yoksa zahir mi? Har mı hâr mı? Temaşa mı tamaşa mı? Hakikati mi hakikatı mı? Bu örnekler çoğaltılabilir.
Kitabın bana göre en güzel yazısı en sona saklanmış: Damlalar. İlk önce bu yazıyı okuyup sonra baştan başlayabilirsiniz. Düşüncelerimi Topçu'nun şu anlamlı sözleriyle bitirmek isterim:
Üç kişi karanlıkta kalmıştır: Aşkından çok talakâtını kullanan, imânını iddia yapan, aklın meyvasından lezzet almıyan.
"Cemiyeti yoğuracak ruh, eski Asya'nın hikmetiyle Kur'an'daki ilhamı kendinde birleştirdiği halde, Garb'ın dört asırlık ilmine zihniyetine sahip, felsefesine aşina olacak Anadolu dervişinin ruhudur." Nurettin Topçu'dan okuduğum ilk eser oldu, dolayısıyla öncesinde fikir dünyasına aşina değildim, hatta Topçu'yu doğru düzgün tanımıyordum bile. Fakat düşüncelerinden o kadar etkilendim ki yazdıklarını daha çok okuma, tekrar tekrar okuma isteğiyle doldum. Aslında bu kitabı daha önce (muhtemelen geçen sene) okumayı denemiştim fakat yazılanların hiç içine girememiştim, hatta okurken uykum geliyordu, bu yüzden okumaktan vazgeçmiştim. Ancak taşrada yaşamanın sıkıcılığı havsalamda yeni seviyeler açtığından mıdır yoksa okuduklarımın ırmağı beni bu yöne doğru sürüklediğinden artık hazır hale geldiğimden midir bilmem, oldukça vakit ayırarak ve üzerinde düşünerek okudum bu sefer. Bu yüzden çok doğru bir zamanda okuduğumu hissediyorum çünkü felsefe ve tasavvufa bu denli hakim, çeşitli sorunlara kafa yormuş ve bu topraklardan bir insanın fikir dünyasıyla tanışmak bana o kadar iyi geldi ki... sanki tüm ihtiyacım buymuş gibi hissettim, sanki aklımdaki tüm soruları Topçu daha önce düşünmüş ve çözümler sunmuş gibi geldi bana... Allah'ın izniyle diğer eserlerini de okuyacağım.
Böyle değerli bir kitap için bir şeyler soylemek, esasında bir bakıma risk almaktır. Söyleyecegim en bahâ sözler dahi kitabın saf güzelliğinin gölgesinde kalacağı için sanırım dilimi tutmam en doğrusu olacak. Hacimce küçük bir yer tutsa da anlam ve taşıdığı değerler bakımından içimdeki devasa boşluğu dolduracak büyüklükte, güzellikte. Rayihası ruhuma işlesin diye kitaplığımda değil, masamda, yanıbaşımda duracak uzun bir süre...
Felsefe ve tasavvufu bu kadar az bir anlatımla bu denli iyi harmanlayabilen başka bir isim var mıdır acaba... Bir müslümanın gündelik düşünüşlerine dair notalar içeren, sevecen bir büyük gibi yol gösteren, müslümanca düşünmeye sevk eden bir yazılar topluluğu bu eser. Gerçeğe ulaşmanın, hakikati kavramanın tek yolunun sonsuz birlikte kaybolmayı gerektirdiğini hatırlatan bir güzel nasihat.
Arkadaşımın önerisi üzerine almış olduğum bir kitaptır. Özellikle de kitabın ismi ilgimi çok çekti. Nurettin Topçu'yu ilk defa okuyacağım ama yazı dilini çok merak ediyorum.
Kitabı okuduktan sonra yazarın maneviyatının yüksek olduğunu anladım. Ele aldığı konuları daha çok bu maneviyat üzerinden işlemiştir. Özellikle kitapta ilgimi çeken şey bir sürü konu tek tek değinmesiydi bu da beni cezbetti. Aşk ve ölüm konulu olan kısımları çok iyi bir dille açıklamıştı N. Topçu . Yazarın gerçekten emeğine sağlık.