Yaşadığı dönemi, toplumu mizahi bir bakışla ele alan ve bu mizahın ardında en derin eleştirileri dile getiren Hüseyin Rahmi Gürpınar´ın ilk romanlarından biri olan Şıpsevdi, yayıncılık hayatımızın yasaklı kitaplarından. İlkin Alafranga adıyla yayınlanıp sansüre uğrayan, daha sonra Şıpsevdi adıyla yayımlanıp çok sevilen bu roman, Everest Yayınları tarafından 1911 tarihli ilk baskısı esas alınarak yayıma hazırlandı. Elinizdeki kitap, bu ilk baskının orijinal dilini korumakta ve daha sonraki baskılarda karşılaşılan kısaltmalara yer vermeyerek tanı metni sunmaktadır. Osmanlı toplumunun son dönemlerinin Batılılaşma ve yabancılaşma macerasını ironik bir dille aktaran Şıpsevdi, her yaştan okurun büyük bir keyifle, bir solukta okuyacakları bir roman.
Hüseyin Rahmi Gürpınar was a Turkish writer and politician.
Gürpınar was the son of a family close to the Ottoman court, born in Istanbul. Having lost his mother at an early age, he was sent to Crete where his father was an Ottoman civil servant, however he was soon sent back to Istanbul, where he was brought up by his aunts and grandmothers in Istanbul.
Gürpınar started writing fiction at an early age. He became a civil servant, then a writer and journalist. He later served as a member of parliament in the early years of the Turkish Republic between 1935 and 1943.
Cok geç okudugum bir yazar olmuş diyorum. Yer yer güldüren, yer yer ağzım açık içimden sövdüğüm, üzüldüğüm, kızdığım zamanlar oldu. Meftun sinir bozucu bir tip. Yaptıkları düşündükleri ve insanları ittigi uçurum cok karanlık.
Huseyin Rahmi kitapta bir aile üzerinden alafrangaliktan başlayarak alaturkaliga, eskimeden başlayarak yeniliğe, cahillikten başlayarak aydın zihinlere! ve son olarak aydınlıktan karanlığa kadsr türlü haller içinde bir trajikomik olaylar silsilesi, bir gulduru ögeleri barındıran dram izlettirin gibi hissettiriyor..
Edibe'ye Mahir'e ve Azize hanıma cok uzuldum. Hanimnine sırf dedikodudan gitti zaten. Ve diğerleri..
Kalemi eski Türkçeden okumama rağmen akiciligina hayran kaldım. Olaylarda oyle güzel birbiri üstüne işlenmişti ki bayildim.
Biraz zorladı ama sadeleştirilmemiş özgün metinden okudum ve bitirdim. İyi ki kolaya kaçmamışım. Herhalde sadeleştirilmiş metin bu kadar güldürmezdi. Tipik Gürpınar rezaletleri üzerine biraz batılaş-ama-ma çeşnisi eklenmiş. Evin garplılaşma delisi beyi ve çevresinde dönen boynuzlamalar, aldatmalar, basılmalar, çocuk düşürmeler, büyüler, muskalar, aşçılarla uşaklarla neler neler... Bana kalırsa kitabın adı değiştirilmeden önce çok daha yakışıyormuş kitapta anlatılan hikâyeye. Ama ne yapalım üstat Şıpsevdi'yi daha uygun görmüş.
Tanzimatın beraberinde Osmanlı'ya getirdiği değişikliklerin topluma yansımalarını nüktedan bir dille anlatıyor her zamanki gibi Hüseyin Rahmi. Alafrangalık tutkusunun toplumda yarattığı çarpıklar ve tezatları mizahi bir dille yeriyor. Karakterlere pek sempati duyamıyorsunuz çoğunlukla hepsi kendi akılsızlıkların bedelini ödüyorlar. Okumaya değer, keyifli bir kitap.
meftun... meftun öyle bir adam ki ne diyeceğimi bilemiyorum. meftunun feminizm kapitalizm gibi önemli hususlarda lakırdılarını okuyoruz kitap boyunca. konu üzerindeki fikirlerini bağlamdan bağımsız düşününce dönemine göre çok çağdaş, çok "alafranga" olduğunu söyleyebiliriz ama söylediği her şeyi hep kendi çıkarları için eğip bükerek, bu fikirleri insanları manipüle etmek, onları kendi planlarına ortak etmek için kullandığından bir türlü sevip haklı bulamıyoruz meftunu. hüseyin rahmi de kendisini zaten alafranga özentiliği yüzünden dalga geçilen ve kendini rezil durumlara sokan biri olarak yazdığını belirtmiş özsözde. hüseyin rahminin yazdıklarını okurken gerçekten hep çok etkileniyorum bu yüzden sanırım. o dönemin yerli yazarlarını ne yalan söyleyeyim bu kadar çok okumadım hiç, ama yine de dönemine göre çok farklı bir yerde duran bir yazar olduğunu düşünüyorum. her seferinde o zamanlarda yaşayan halkın gündelik hayatlarıyla ilgili bir şeyler öğrendiğim için hep çok keyif alıyorum. istanbulda atlı tramvaylar olduğunu ortaokulda lisede aldığım tarih derslerinde öğrenseydim, savaş ve saray dışında hayatın nasıl olduğuyla ilgili bir şeyler de bilseydim bugün tarihe daha meraklı biri olurdum belki diye düşünüyorum mesela. zarafetle ilgili yazdıklarındaki ırkçılık dışında bir hatasını göremiyorum hüseyin rahminin. o kadar kusur kadı kızında da olur diyeceğim ama, yine de kadın hakları, kapital konusundaki fikirleri vs bu kadar ilerideyken biraz alındığımı ve üzüldüğümü belirtmek zorundayım. yine de olsun be hüseyin rahmi, canın sağolsun.
Tam bir Hüseyin Rahmi hayranıyım. Şıpsevdi konusunda ise tek eleştirim, yanlış Batılılaşma'yı eleştireceğim derken kantarın topuzu biraz kaçmış gibi.
Batı'nın ilmini almalıyız elbette ama biz kötü yönlerini alıyoruz iddiası, anlaşıldığı üzere 2 asırdır vb. devam eden bir endişe, Hüseyin Rahmi'yi bu eleştiriyi mizah ile sunduğu için severek okuyorum. Ancak bu kitapta hakikaten uç noktalara taşımış, özellikle
+bonjur bakkal ağa! -boncornan hayırlı ola efendim...
diyalogundan esinle: boncornanız hayırlı olsun, bir hrg eseri daha bitirdim.
toplum hayatımız ve alafranga adlı girişten: "gözü doymazların, kıskanç emellerine, hakaretlerine hedef oluyoruz. buna mahkumuz. çünkü kuvvete kuvvetle, ticarete ticaretle, iktisata iktisatla, maarife maarifle karşılık verilir. bu hususta diğer devletlerle aramızdaki fark o kadar açıktır ki bu denkliği oluşturmak için sarf edilmesi gereken zaman, mesai ve gayreti düşündükçe üzüntüden baş dönmesine tutulmamak imkansız."
şööööyle bir iç çektirdin daha başlamadan hüseyin rahmi bey. neyse.
kitabın başlarında meftunun nasıl biri olduğunu anlatılırken harika bir şarlatan tanımı okuyoruz. günümüz tabiriyle 'herbokolog' olma yoluna baş koymuş, mevzunun ilmini bilmeden, ömrünü ilimle çürüten kişilere kaba saba meydan okuyan hadsizler tabi o zamanlarda da mevcut. işte meftun da saldırganlık düzeyi düşük olsa da onlardan biri. adeta 'batılılığa giriş 101' kitabı gibi bulduğu bir kitaptan fransızların yaşayış biçimini kendine ve ailesine dayatmakla meşgul. adamın başka işi gücü yok. aile halkını toplayıp alafrangalık eğitimi verdiği sahneler çok keyifli. raci kendisine tavuğun budundan pay düşsün diye kadın kıyafetiyle geldiği an dedim ben hüseyin rahminin mizahına aşığım.
şöyle bir deyişle tanıştım: şeçaat arz ederken merd-i Kıbti sirkatin söyler yani çingenenin delikanlısı kahramanlığını anlatırken hırsızlığını söyler. meftun bunu rebia adlı afacan karakter için söylüyor, ki kendisi hanım nineyle birlikte en sevdiğim ve en üzüldüğüm karakter oldu.
meftun gösterişli yaşamı için kendine para kaynağı aramaktayken komşusu cimri mi cimri kasım efendinin çok birikimli bir adam olduğunu öğrenir. hemen kendini o adama nasıl yakın ederim diye düşünür, mirası üzerine almak için bir kızı bir oğlu olan adamın kızını kendine eş almayı kafaya koyar. bu sırada eve sık sık gidip gelen teyzesi ise kendi kızı rebia'yı meftun ile evlendirmek ister. meftunun bir de kız kardeşi lebibe var, bu kız zamanla kasım efendinin oğlu mahirle aşk yaşamaya başlar. meftun bunu öğrenince ince hesaplara girer tabi, kızı kendi alacak, kardeşini de adamın oğluna verecek, gelsin paralar... bu aşk hikayesi aslında böyle tatlıya bağlanabilirdi ama bu bir hrg eseri; ortalık karışmadan durur mu? durmaz. rebia da lebibenin aşığı olan mahirin kankasına aşık olur. bu iki kuzen double date yaparak aşklarını yaşamaya başlar. meftun bu konuda sonuca odaklandığı için namus kısmını "batılılar da flörtleşiyor" diyerek görmezden gelir ancak kardeşi raci daha sert, muhafazakar olduğundan bu aşk kulağına gelince delirir. abisi meftun ile bu işi çözmeye karar verirler. tabi racinin abisinin planlarından haberi yok...
meftun ve raci istedikleriyle görüşüp oynaşırken her şeyin normal karşılanması ancak aynısını evin kızları yapınca kıyametin kopması kaçınılmaz... lebibe güzel bir savuma yaparak abilerinin bu ikiyüzlülüğünü şak diye suratlarına çarpıyor. rebia ve lebibe bu sahnede kadınların içini az da olsa ferahlatıyor. o dönemin koşullarına göre olsa da...
arada evin hizmetçileri eleni ve zarafetin, özellikle zarafetin hayatına şahitlik ediyoruz. şabanla olan sahneleri o kadar içimi baydı ki. off, garibanın aşkı hiç çekilmiyor cidden. hüseyin rahmi bey bu çifte smut yazmak gerekli miydi sadece soruyorum. şabanla zarafetin oynaşına şahit olmadığım zamanlardaki halimi özlüyorum... neyse.
kadınlar bu aşk serüveninden en zararlı çıkan kişiler oluyor, yani, tabi ki, ne sandınız, ay saçmalamayın, olmazsa olmaz, ibretlik hamilelik mevzusu var! gerçekten en en en sevmediğim kısımlar rebia ve zarafetin hamile kalıp, cezalandırılıp, terk edilip intihar edecek raddeye gelmişken zerre umursanmaması oldu. dehşet ifadem eksilmedi okurken. 17 yaşında kız, hamile kalmış, başlarım namınıza ya bir şey yapsanıza. ööyyle alternatif yöntemlerle düşük yaptılar, o anın betimlemeleri ayrı korkunç, şartları ayrı korkunçtu. öf.
uzatmayayım, meftun ve kız kardeşi lebibe, zengin olduğu kadar cimri adamın iki çocuğuyla evleniyor. adam işten kazançlı çıktığı gibi ikisini de meftunların evine yolluyor. meftun 4 boğaza daha bakmak zorunda kalıp mirastan orta parmağı alınca taktik değiştiriyor. frenk aydınlardan mösyö ve madam makferlan akıl oyunları sağ olsun cimri adamın oğlunu "gel babanı dolandıralım" diye kandırıyor. bunu da madam makferlanın baştan çıkarmalarıyla elde ediyor. buralarda kimin elinin kimin cebinde olduğu belli değil. madam mösyöye, mösyö başka madama, madam meftuna, meftun edibeye, edibe sazcıya, azize bahçıvana... rip hüseyin rahmi, you would've love swinger diyorum.
bu ailenin sektirdiği toplar bi yana dursun, yer yer toplumsal konuları da çok güzel ele alıyor. mesela: "frenkler türklere fatalist namını verirler. bu kelimenin manası her şeyi kader ve kısmete bağlayarak çaba harcamadan tevekkül ederek yaşamaktır. basiretimiz o kadar kapanmıştır, onu öyle kapalı bulundurmaktan o mertebe hoşlanırız ki kader ve kısmet kelimeleri hakkında birkaç doğru söz söylemeye cesaret edenleri bile en şiddetli tenkitlere uğratırız. iş olacağına varır sözü her işimizde felsefe olmuştur."
"ger bana uymazsa eyyam, uyarım eyyama ben: zaman bana uymazsa ben ona uyarım."
ayrıca 368. sayfada harika bir feminist nutuk var, bayıldım.
kitabında 4 ayrı kadının eve 4 ayrı erkek atacak yürekte olmasını işlemesini kutlamaktan başka bir şey gelmiyor elimden. kadın karakterlere bunu yaptırmayı bırak, hayal ettirmeyi bile layık görmeyecek, sadece kendi arzu ve ihtiyaçlarını işlemeyi önemli gören "errrkek ister errrkek canı çeker yapar" klişesini aşan bir roman. kadınların da cinsel arzusu olduğunu, yaşın bunu değiştirmediğini duyurduğu için teşekkürler.
Yazarın diğer kitapları gibi tek bir konu üzerinde çoğunlukla güldüren bir anlatım bekleyenler, bu kitapta bir miktar sıkılacaktır. Hüseyin Rahmi bu kitabında batılılaşma özentiliğinden tut kadın erkek ilişkilerine kadar neredeyse bütün tuşlara basmış, sonlara doğru tempo arttıkça nasıl bağlanacağına dair merakı yüksek tutmuş. Yer yer güldürerek yazarın kendisi olduğunu çok güzel hatırlatmış ama. Nefisti.
Son olarak, Meftun, keşke seni evire çevire bir dövselerdi de içim biraz soğusaydı afagshdj
Çok çok ilginç bir eser. Açıkçası okumadan evvel bu derinlikte bir eser okuyacağımı tahmin etmemiştim. Kitapta yer alan fikirler çeşitli ve eserin geneline yayılmış durumda. Söz konusu olan sadece alafrangalık olsaydı bu derece etkili olamayacağını tahmin ediyorum.
Evet alafrangalık bir tema olarak eserde mevcut, hatta bizzat yazar önsözde bu konuya değiniyor. Fakat bu alafrangalık meselesi bir çok konuda bir ayna olarak kullanılmış; aslında anlatılan, değişen dünyayla birlikte kaçınılmaz olarak karşılaştığımız ve karşılaşmaya da devam edeceğimiz "yeni"nin karşısında nasıl bir duruş aldığımız, anlamadığımız bir kültüre maruz kalmamızın bizde bireysel ve toplumsal ne gibi yansımaları olduğudur.
Bu, işin sadece alafrangalık kısmı. Bireysel açgözlülük ve bencillik ile toplumsal ahlak arasındaki çatışma, bu çatışmanın doğurduğu ikiyüzlülük "bana göre" kitabın ana motiflerinden en önemlisini oluşturuyor. Devletin ve adalet kurumlarının oluşumu, hırsızlığın doğası, adaletsizliğe (ya da güçlünün adaletine) olan tepkinin bu toplumsal ahlak ile bastırılmaya çalışılması, kadının toplumsal konumu ve feminizm gibi konular, yüzeydeki karikatürize alafrangalık eleştirisinin altında çok daha sağlam bir şekilde konu ediliyor.
Kitabın mizahi yönünün cidden hakkını vermek lazım. Uzun zamandır yer yer bu kadar güldüğüm bir kitap okumamıştım. Bunda, yazarın kullanmayı tercih ettiği ironinin büyük etkisi var. Bu ironik dil, mizahi bir unsur olarak halen geçerliliğini koruduğu için bugünün okuruna da hitap ediyor. Ayrıca, yazar Meftun'u sıradan halkın karşısına zaman zaman bir sağduyu unsuru olarak koyarak onun hayret dolu tepkilerini mizahın dozunu artırmada ustaca kullanıyor.
Yazarın kullanmayı çok sevdiği diğer bir teknik olan sözcük oyunları ve halkın "Frenkçe" ya da Arapça ve Farsça sözcükleri yanlış anlayarak komik tepkiler vermesi ya da kelimeleri beceremediği için tuhaf şekillerde telaffuz etmesi üzerine kurulu mizah ise, zamanı için geçerli olmakla birlikte bugün artık eskimiş olduğundan günümüze hitap etmiyor.
Çok ilginç bir karakter var: Mösyö Macferlan. Adını üzerinden hiç çıkarmadığı ve dönemin modası olan bir tür ceketten alan bu şahıs oldukça karanlık. Hüseyin Rahmi Gürpınar bu şahıs üzerinden dönemin İstanbul'unda ya da diğer büyük doğu şehirlerinde fink atan, ne yaptıkları pek bilinemeyen batılılar sorununa değiniyor. Bunların bir yandan kendi vatanlarındaki çevreleri, bir yandan da saray içindeki kendi dostları adına casusluk yaptıkları net bir biçimde vurgulanmış.
İşte bu Macferlan ile eşi ve bir de Madam ve Mösyö Şehim çiftinin çapraz aşk ilişkisi üstünden ikiyüzlülük kavramına vurgu yapılıyor. Burada Meftun bu çapraz aldatma üzerine kurulu ilişkinin romanlarda okuduğu ve “Paris yaşantısı” adı verilen bir şeyin parçası olduğunu düşündüğü için, yazarın bunu alafrangalığa ait bir adet olduğunu öne sürüp eleştirdiği yargısında bulunabilirdik. Fakat, gerek Meftun’un diğer düşünceleri, gerekse Macferlan’ın bu konuda Meftun’a öne sürdüğü kendi fikirleri, yazarın buradaki ikiyüzlülüğün insan doğası ile kanun ve törelerin birbirine uyuşmamasının doğal sonucu olduğu tartışmasını ortaya atmaktan başka bir amacı olmadığını düşündürtüyor. Avrupa’da bu şekildeki serbest evliliklerle dışarıdan kamusal düzene uygun ama içeride özgür hareket edilirken, Osmanlı’da da bu durum gece evden kaçmalar ve çarşafa sarınıp tebdil-i kıyafet gezme şeklinde kendi çıkar yolunu arıyor.
Hüseyin Rahmi'de sürekli bir ders verme hali mevcut. Bunu da çeşitli karakterler üzerinden yapıyor. Fakat burada hep aynı sesin konuştuğu göze çarpıyor. Kimi zaman Meftun, kimi zaman Macferlan, ya da Madam Şehim, hatta Raci. Hepsi aynı sesle, aynı bilgelikle, aynı bakış açısıyla konuşuyorlar. Doğu ve batı anlayışları karşısındaki farklar, doğu kadınının sorunları, ahlaki çöküntümüz ve yozlaşmışlık problemimiz, ölüme karşı tutumumuz gibi konular, kâh düşüncede, kâh söylev şeklindeki konuşmalarda bir bütünlük içinde kendine yer buluyor. Bu dersler romana yedirilmekten ziyade, doğrudan okura fikir aktarımı şeklinde, bu görev bilinciyle yapılıyor. Bu açıdan roman, karakterlerinin aktarım için birer araca dönüşmesi talihsizliğine uğruyor; onların gerçekliğinin altını oyuyor, Hüseyin Rahmi'nin kuklaları haline getiriyor.
Şunu söylemeden geçemeyeceğim: Dört kadının eve erkek atması konusu zaman ve mekan düşünüldüğünde son derece fantastik bir durum. Yazarın buradaki gerçekçilikten sapışı bilinçli bir tercih mi, yoksa kaza mı, anlaması zor. Her durumda, kulak tırmalayan, romana bir şey katmayan bir bölüm bu.
Neticede yazar, Meftun'un mektubunu ve Macferlan'ın taziyesini yorumlayarak çıkarabileceğimiz gibi, insanda doğal olarak bulunan bencilliği ve açgözlülüğü reddetmiyor. Toplumsal bazı adetlerle, kurallarla ve davranış kalıplarıyla bunun üstünü örttüğümüzü, fakat aslında her birimizin içimizde aynı kötülüğü taşıdığımızı da vurguluyor. Bu eğilimin sağduyu ve merhametle dengelenerek toplumsal bir uyuma ulaşılabileceğinin mesajını ise daha zayıf bir şekilde olsa da verdiği kanaatindeyim. Sanki, çözüm yolunu doğrudan işaret etmek yerine, aşırı olanı göstererek bizi doğru yola sevketmeye çalıştığı izlenimini edindim. Meftun ve Kasım'ın açgözlülüklerinin ve tavırlarının aldığı aşırılığın çevrelerini ne hale soktuğu ve bundan sakınmak gerektiğini öne sürüyor. Fakat temel sorunun, yani bireyin ve toplumun çatışmasının, insan toplumunun sağlıksız kuruluş şeklinin çözümünün ne olacağı meselesini ise bir bilinmeyen olarak bırakıyor.
Yer yer absürtlükleri olsa da sevdim kitabı. Hüseyin Rahmi okurken çok eğleniyorum, çoğu zaman sesli gülüyorum. Çok geç keşfettim kendisini ama her kitabını eski bir Türk filmi izler gibi okuyorum ve anlatım tarzını çok seviyorum.
ŞIPSEVDİ Hüseyin Rahmi Gürpınar hepinizin bildiği gibi Türk Edebiyatında önemli ve önemli olduğu kadar bir hayli üretken bir yazar. Kanaatimce –öyle hissediyorum-edebiyat için yani daha rahat yazabilmek için evlenmemiştir. Gazetecilik yapmış, çeşitli gazeteler çıkarmış, çıkardığı gazetelerde ve diğerlerinde yazılar yazmıştır. Romanlarının bazıları o gazetelerde tefrika halinde yayınlanmıştır. Şıpsevdi, iki defa yazılmış. Önce 1901 yılında Alafranga adıyla gazetede tefrika edilirken yarım kalmış. Ardından 1909 yılında İstibdat dönemi ve sansür bitince Şıpsevdi olarak yeniden yayınlanır. Neredeyse bütün eserlerinden olduğu gibi Şıpsevdi’ de Hüseyin Rahmi mahalle havasını devrinin kokusunu olduğu gibi eserine yansıtmıştır. Öyle ki sanki insanların içerisinde görünmeyen adam gibi oturmuş ve söylediklerini bire bir yazmış gibi. Böyle bir söylentiyi Moliere içinde duymuştum. Kendisi berbere gidip boş koltukların birinde uyur gibi yapıp konuşulanları dinlermiş. Ayrıca toplumu oluşturan çeşitliliği, şiveli konuşmalarda -örneğin Aşçı Zerafet’in ve Eleni’nin konuşmalarında- çok iyi yakalamış. Şıpsevdi’yi okuduğunuzda, dönem hakkında yani 1900 lü yılların başında ülkem ve bu ülkemin insanları hakkında bilgi edinmek istiyorsanız o zamanın İstanbul’unda zengin ve seçkin kişiler merkezli olarak genel bir fikir sahibi olabilirsiniz. Tabii Şıpsevdi, bir anı veya hayat hikayesinin anlatıldığı biyografik roman değilde, sadece bir roman, yani kurgu, ama toplumun ve olayların içinde yaşayan birinin kurgusu olduğunu unutmadan okumalısınız. Ayrıca olayların birbirleriyle bağlantısı çok iyi kurulmuş. Özellikle kişilerin betimlemeleri yerinde, okurken kahramanı karşınızda görüyorsunuz. Bu arada yazarımız kendi fikirlerini özellikle ana fikir diyebileceğimiz düşüncelerini bir başkasının ağzından vermiş. En güzel örneği Madam Şehim’in taziye için gelen kadınlara dernek adına yaptığı konuşması (sayfa 335) veya daha öncesinde Mösyö Makferlan’ın dernekte yaptığı konuşma (Sayfa 331) bu duruma iyi örneklerdir , tabii iyi de yapmış. Şıpsevdi, zamanının güzel bir eleştirisi, bir mizah romanı yer yer kara mizah bile sayılır. Örneğin Köşkte verilen balonun final sahnesi beni çok güldürdü. Eğer evde yalnız okumak yerine toplum içerisinde okuyor olsaydım örneğin eskiden sıkça yaptığım gibi minibüslerde o bölümü okusaydım, deliliğime verirlerdi her halde. Rahatsızlık verdiği bölümlere gelirsek, İki yer okurken beni zorladı. Biri Şaban Ağa ile Zerafet’in buluşmasında ileriye giden bir sahne (sayfa 172) ve düşük sahneleri. Günümüz Türkçesine uyarlayan; Ali Faruk Ersöz’ de teşekkür etmek gerekiyor. Dipnotlarla açıklayıcı bilgiler verdiği için. Bunlardan aklımda kalan ikisini sizinle paylaşayım; 1. Her zaman kullandığımız “dilin kemiği yok” deyiminin aslının “Dilin gemi yok” olduğunu (sayfa 232) 2. Kırmızı renge adını verenin aslında “kırmız” adında bir böcek olduğunu (sayfa 403) öğrendim
Kişilere gelirsek En olumlu kişi; Meftun Beyin erkek kardeşi Raci Bey En itici kişi : Azize Hanım, Kurban: Mahir Bey, En akıllı kişi: Mösyö Makferlan, En bencili Bedri Bey, En Cimrisi : Kasım Efendi Sonuç olarak bu romanın beni bir defa daha haklı çıkardığını düşünüyorum. “Geri kalmış ülkelerin en büyük sorunu, Aydınlarıdır” Biraz daha açayım; Aydının gevşekliğidir, Aydının ihanetidir, Aydının tembelliğidir, Aydının ülkesinin gerçeklerine uzak kalmasıdır, Aydının kendi halkından kopuk yaşamasıdır, Aydının diğer ülkelere, kültürlere, lisanlara fazla özenmeye başlamasıdır… Çok iddialı olmadı değil mi?
Hüseyin Rahmi Gürpınar, çağından bağımsız bir yazar olmuş, toplumdan uzak bir sanatı benimsememiş. Bu eserinde de hem okuyanı bilgilendirmeye, eğitmeye girişmiş hem de mizahi üslubunu geride bırakmamış. Satır aralarında İstanbul'un arka sokaklarına ve konuşma diline dair detaylar, dönemin edebiyatındaki Batı temsilcilerine göndermeler sıkıştırılmış. Şıpsevdi'ye gelen alafrangayı küçümseme konulu eleştiriler üzerine kaleme aldığı ön söz niteliğindeki yazı mutlaka okunmalı. Gürpınar bu yazıda, alafrangalığın yani batıya özenmenin çeşitleri olduğunu ve o dönemde Osmanlı'da gündelik yaşama, cemiyet hayatına nasıl tesir ettiğini anlatıyor. Ona göre, üç tür alafrangalık bulunuyor; ilki refah içinde yaşayan, çocukluklarında Fransızcayı öğrenmiş ünlü aileler, ikincisi Levantenler. Üçüncüsü ise romana konu olan Meftun Bey'in de aralarında bulunduğu, "yakalığının hayale sığmaz yüksekliğiyle" ayrılan, Frenklere tapma hastalığına yakalanmış Beyoğlu müdavimleri.
Meftun Bey, iyi bir eğitim görmesi için gönderildiği Paris'ten asıl amaca ulaşamadan büsbütün değişerek döner. Artık tek hedefi, İstanbul'daki yaşayış tarzını, önce kendi konağından başlayıp tümüyle alafrangalığa dökmektir. Bu hedef uğruna Meftun Bey ve çevresinin hayatında yaşanan çarpıklıklar ve ailenin zaman içinde geçirdiği değişim trajikomik bir şekilde anlatılmış. Kitabı bitirince yazarın akıp giden hikayenin yanında işaret ettiği hazin gerçeği daha net anlıyoruz. Gürpınar'a göre asıl tehlike Batı'ya özenmek değil, kısmi özenmek ve bu kısımların şekilcilik üzerine inşa edilmesidir. Şahsi fikrim, bu tehlike günümüze kadar gelmiş olup hala devam etmesi üzücü bir gerçektir.
Dönemin ilerisinde kalmış, zamanının Doğu-Batı arası ikilemini çok net bir şekilde olaylar etrafında anlatan güzel bir roman. Batı sevdalısı Meftun'un ailesindeki geleneklerine bağlı insanları değiştirmeye çabalaması, kendi bazı çıkarları için bir takım yalan dolan işlere girişmesi ve etrafında şekillenen olaylar. Olay bir konakta geçiyor. Kitapta zaten başka bir yer yok ama akıcı bir kitap. Yer yer sesli şekilde güldürebiliyor. :) O insanları çok güzel betimleyip, nasıl biri olduğunu hissettirmiş yazar. Romandaki yerin bazen değişmesini ister miydim? Evet, daha merak uyandırıcı ve akıcı olabilirdi. Ama emin olun yazarın esprili dili ve ''Şimdi ne olacak acaba?'' merakıyla akıcı bir şekilde okumaya devam edebiliyorsunuz. O zamandan kalma bazı ''cahilce'' fikirlerin 100 sene sonrasında şu an toplumumuzda da devam ettiği gerçeği zaman zaman beni üzdü, bazen de demek ki hep böyleymiş diye tebessüm ettirdi. Batılılaş(ama)mayı güzel bir şekilde anlatan, herkesin kitaplığında bulunması ve okunması gereken bir kitap. Yazar bazı yerlerde karakterleri konuşturarak kendi fikirlerini de ustaca açıklamış aslında. Ne diyelim, o zamanın şartlarında böylesine düşünen bir insana hayran olmamak elde değil.
''İnsanlar kültürden feyiz almaktan çok feyiz vermiş olmaktan memnunluk ve gurur duyuyorlar.'' ''Cehalet insanı miskin, bilim ve erdemse güçlü yapar.''
Türk edebiyatı klasiklerini değerlendirirken o kadar zorlanıyorum ki... Haksızlık yapma korkusu eserin önemimini kavrayamama endişesine karışıp beni sıkıntıdan sıkıntıya sürüklüyor. Sanıyorum ki bu eserlerin yazıldığı dönemin toplumsal yapısını, siyasi tartışmalarını ve o kaç-göç yaşamla özentilikten ibaret sığ bir Batılılaşma anlayışı arasında sıkışarak bunalan aydınlanmacı fertlerin sıkıntılarını tam anlamıyla kavramadan bu romanlara dair hakkıyla bir değerlendirme yapmak neredeyse imkansız. Bu kavrayış bizim için mümkün mü? Tartışılası. Bu sancıları atlatamadığımızı söyleyecekler de olacaktır, yaşadığımızın o dönemle kıyaslanmayacak kadar hafif kaldığını söyleyenler de. İlla bir değerlendirme yapılacaksa yazarın kendi romanları arasında bir değerlendirme yapmayı tercih ederim. Misal, Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç romanıyla kıyasladığımda bu romandan daha çok zevk aldığımı söylemeliyim. Amaca hizmet eden ve çok uzatılmayan “öğretiler” hem kurguya çok daha fazla alan açmış hem de romanın akıcılığını arttırmış. Romanın, Gulyabani filminin kadrosuyla sinemaya aktarıldığını hayal ettirecek kadar da komedi öğelerini içerdiğini söylemeliyim. Keyif aldım mı? Büyük ölçüde. Arada bunaldım mı? Kesinlikle. Batı yalakası Meftun Bey’in verdiği, neredeyse 50 sayfalık, “sofra adabı” derslerinin sabrımı son sınırına kadar zorlamadığını söylesem yalan olmaz mı?
İfratla tefritin romanı Şıpsevdi, yoruma başlamadan önce şunu da belirtmek lazım, 2 cümlede anlatılacak şeyi 10 cümlede anlatmayı yaşam biçimi haline getirmiş Gürpınar.
Bir yanda Batı hayranlığının tadını kaçıran Meftun, bir yanda başını dışarı çıkarmayan ev ahalisi. Ana karakterimiz Meftun, aile reisliği kendisine düşünce bunu sıradan bir sorumluluk olarak ele almak yerine Doğu kafası ile yaşayan ev ahalisini tamamen, istisnasız, Batı kalıbında eritmek ister, ortaya bir sürü abuk durum çıkar.
Gün gelir Meftun, ailenin kızlarının reisi çok zengin bir cimri olan konakla irtibatlı olduğunu öğrenir ve kendisinin de evleneceği bir planla işlere koyulur.
Bir çok eserinin temel kurgusu olan esrarengiz bir sır perdesinin arkasındaki gizemin pozitif bilimin yardımıyla açığa çıkmasıyla sonuçlanan romanlarından oldukça farklı olan bu romanda sinekli kahve’de başlayan müthiş mizahi tasvirler, ana karakter betimlemeleri ve en son batılı karakterlerin doğuluları tahlil ederek çektikleri nutuklar enfesti. 120 yıl öncesiyle bugün arasında da pek bir şeyin değişmediğini görmek geleceğimiz hakkında da bir fikir oluşturuyor. Temelde batılılığı yanlış anlayan ve bunu uygulamaya çalışan ana karakter üzerinden hem batılılık hem doğululuk eleştirirken toplumun ahlaki değerlerini de sorgulayan bir roman. Yer yer bu kadar da olmaz dedirtiyor ancak bu kadar da olmaz denilen şeylerin aslında herkesin başına gelebileceğini anlatıyor ki buna çağımızda sosyal medya sayesinde ayan beyan bizzat tanık oluyoruz. Hüseyin Rahmi’nin usta bir mizahçı olması bu kitapta tamamıyla kendini belli ediyor. Mürebbiye’deki ahlakçılığa paralel bir roman, 5 yıldızı fazlasıyla hakediyor.
20. yüzyıl başındaki İstanbul'u ve şark-garb arasında kalmışlığı gözümüze sokan kitap. Tabi Hüseyin Rahmi'nin mizahi anlatışı da çok güzel bir renk katmış kitaba.
Ana kahramanımız Meftun Bey tamamen franklara özenerek konaktaki şarklı kadın erkek, yaşlı genç, herkesi bu özentiliğe göre yaşamaya mecbur ediyor ve burdan sonra olaylar kopuyor. Başına ne geliyorsa bu özentilikten geliyor. Olmuyor işte batı gömleği türk aydına, sana büyük geliyor. Kendinin bütün özelliklerini yok sayarak sanki frankmışçasına hareket etmeye çalışırsa bir insan nasıl şeyler yaşandığını bu kitaptan gayet güzel bir şekilde görebiliyoruz.
O dönem ülkemizin içinde bulunduğu kültür karmaşasını daha iyi anlayabilmek için okunması gereken eserlerden biri.
Yazarın ön sözde söylediğinin aksine sadece güldürme amacı güden bir eser değil kesinlikle, ibret amacı da taşıdığına inanıyorum. Bu karakterlerin gelişimini ve sonlarını görünce kendine ders çıkarmayan olmaz zaten diye düşünüyorum (kaldı ki her karakter hakkında en az 5 sayfa yorum yazılabilir). Bütün olanlara rağmen Meftun'un sondaki mektubunda hala hiçbir düşüncesinin değişmemesi ve daha da beter bir insana dönüşmesi de cabası. En ahlak kumkuması gözüken Raci bile bir ilginç gerçekten söyleyecek söz bile bulamıyorum. Tüm karakterler ayrı bir iğrençti. Ama yazar yansıtmak istediğini çok güzel yansıtmış bence, eser edebi olarak çok iyi ana fikri güzel fakat bazı olaylar da çok fazla geldi bana. Yine de severek okudum diyebilirim.
İnanılmaz, beni okurken duvardan duvara vurmakla çok eğlendirmek arasında bıraktı kitap. Ama daha inanılmazı Hüseyin Rahmi’nin tam bir felaket tellalı olması ve herkesi öldürüp/ kötürüm bırakıp Meftun’a elleşmemesi. O dönem bu kitabı okuyan bir yarım akıllı çıkıp aaa ama hiçbir şey olmadı bu adama falan demesi çok mümkün. Neyse, bir oturuşta en az 60 sayfa okutup sonra bir hafta elinize almayabilirsiniz normaldir. Bende de öyle oldu 3 ayda anca bitti.
This entire review has been hidden because of spoilers.
betimlemeler cok uzun ama tanzimatin gerekliligi diye dusunmek istiyorum.
“Öyle ise maymun beni alacagina Arap'a nikâh edip oturaydi. —Kizim onun ne sende gözü var ne Arap'ta... Böylelerine “sipsevdi" derler. Simdi sever, simdi geçer... Otlakci tabiatta olurlar: Seni de sever, beni de, ötekini de, berikini de... Dur bakalm daha ne gördün? Bunlar öyle uc dört kadinla yetinmezler, Bazi erkek, kizim, kadin oburu, sevda tosunu olur. Kadina bir türlü doyamaz.”
This entire review has been hidden because of spoilers.
Genelde daha kısa bir şekilde kitap yazan Hüseyin Rahmi bu kitabında lafı biraz uzatmış maalesef. Kendince felsefe yapmaya çalışmış yani, bu sebeple de kitap akmıyor. Olaylar yine bir Osmanlı konağında geçiyor ve batıya sevdalı Meftun Bey kitabın ana karakteri. Kitap yer yer güldürse de daha kısa olsa kitabı daha çok severdim diye düşünüyorum.
İstanbul sokaklarında tarihi bir yolculuk. Farklı kültürlerin bir potada eritildiği hikayede kültürel yozlaşmanın altı kalın çizgilerle çizilmiş. Yazarın felsefeye olan ilgisini okuyucusuna sık sık sunduğu harika bir eser.
Bazen büyülü gerçekçiliğe doğru gidiyor. Biraz ağır ve uzun bir romandı, Meftun beyin bitmek bilmez felsefesi ve anlatımı da çok uzundu ama Gürpınar’ ın klasik tarzı da bu. Tanzimat dönemi ortamı ve romanlarını seviyorum yine de, hakkı 3,5 ⭐️
Dönemin İstanbul'unu ve farklı insanlarını anlamak için çok iyi bir roman. Gürpınar'ın mizahı da kitabı neşelendiriyor. İlk hali tefrika halinde yayınlandığı için sürükleyici bir hikaye örgüsü de var.
İlk başlarda çok eğlenceliydi ama sona doğru bozmaya başladı gibi oldu. O Azize ve Edibe' nin cahilliklerine dayanamadım. 430 da fln bıraktım elim gitmedi kitaba.