"GEORGES PERECin YAŞAM KULLANMA KILAVUZU için ENİS BATUR'un yazdığı PEREC KULLANIM KILAVUZU'nun tam anlaşılması için EL KİTABI" isimli bir kitap yazılabilir. Bu birinci seçenek. İkinci seçenek daha yalın, bununla uğraşacağına başka kitap yazabilirsin.İşte bu kitap, böyle bir endişeyle 1994 haziranının ilk günü yazılmaya başlandı.
26 Şubat 1951’de Çarşamba’da doğdu. Galatasaray ve Çarşamba liselerinde okudu; DGSA Mimarlık Bölümü’ne girdi. 1968’den sonra Yeni Ufuklar ve Soyut dergilerinde öykü ve şiirleri çıktı. 1971’de Grup Oyuncuları’nda profesyonel tiyatroculuğa adım attı. İlk oyunu “Haneler” Devekuşu Kabare Tiyatrosu’nda sahnelendi. Fransa’daki tiyatro eğitiminden sonra Magic Circus’ta Jerome Savary’nin asistanı ve oyuncu olarak çalıştı. 1980’de, İstanbul’da kendi topluluğu Ortaoyuncular’ı ve bu tiyatroya oyuncu yetiştirecek tiyatro okulu Nöbetçi Tiyatro’yu kurdu. Ortaoyuncular ekibiyle televizyon dizileri ve filmler çekti. 1989’da Kel Hasan’dan İsmail Dümbüllü’ye, ondan da Münir Özkul’a geçen simgesel kavuğu devraldı. 1989’da Ses Opereti’ni onararak Ses-1885’i açtı. 1994’de İçinden Dalga Geçen Tiyatro isimli gemi tiyatrosunda “Seyircili Seyir Defteri” ve “Kırkambar – Gece Tiyatrosu”nu gerçekleştirdi.
Ferhan Şensoy'un tüm kitaplarını büyük bir keyifle okudum, okumadığım bir bu kalmıştı. Lakin bu aynı hazzı vermedi. Sanırım gecikmeli okumanın verdiği kitabın gündeminin geride kalmış olma hali biraz da bunun sebebi. Sorun yok, bazen oluyor öyle, Ferhan Şensoy okumaya devam...
"Ortaoyuncunun Rönesansı nasıl oluyormuş?" diye girip, geldikiz diye, gözümseye gözümseye, devrisi günde olmasa bile revan-ı dünde çıktığım Ferhan Şensoy kitabı.
Karışık duygularla yaklaşmışımdır rahmetliye her daim. Bir taraftan çocukluk idollerimdendi Ferhan Şensoy, televizyon programları, yazıları ve oyunları önemli bir yer tutmuştu hayatımda. Köşeleri sahip olmanın ayıp olmadığını, hicvi ve şakayı ve konuşmayla adam bıçaklamayı kendisinden ve/veya başlattığı ekolden öğrendim. Ve sonralarda üslubumun da şekillendiricilerinden biri olmuştu. Beri yandan da feci şekilde de gıcık olur, hırsa kesip durur, çocukluk heyecanımla kafayı takardım yakışıklı abime. Politik yaklaşımını savrulmuş bulur, çocukça bir öfkenin ve hızlı bir komünist olmanın raconundan olacak, burjuvalı lümpenli "laflar hazırlardım" kendisine. Ha yine iş bu zamanlarda, hayat kendisi ile karşılaşma şansı verdiği zamanda bana, -şimdi burada sizi kandırmayayım-, "Onu diyalektik materyalist mızraklarım ve leninist parti disiplinim ile mum etmiştim, tarumar etmiştim" gibi bir durum da yaşanamamıştı bu arada. Bilakis benim "bunlar burjuva zaafları" diyen kalkık götümü, iki üç laf ile magmaya postalamış, sonra bir iki kendime saklayacağım tavsiye ile evime yolcu etmişti beni. Yani demem o ki, iyi kötü hayatımda yer etmiş biriydi.
Tiyatrosuna, oyunlarına pek teşne olmakla birlikte, kitapları konusunda biraz daha amatör olduğumu da belirtmek lazım bu noktada. Yetişkin bir birey olarak -ki sanılmasın ki yetişkinlikte de çok iddialıyım, olduğu kadar- hepi topu dört kitabını okudum Ferhan Şensoy'un. Ancak çocukluk ve ilk gençlik döneminde nasıl bir iz bırakmışsa artık, kendisinin sesinden okuyorum yazdıklarını halen. Hafızamızın çalışma şeklinden mi oluyor, amigdalanın bok yemesinden mi geliyor bilmemekle birlikte enteresan bir vaziyet geliyor bana. Ferhan Şensoy cümlelerini, Ferhan Şensoy'un sesiyle okuyor, vurgusunun yükseleceği yerde iç sesimi bağırtıp, düşeceği vakit ufaktan kısıyorum beynim. Böyle olunca da tek kişilik oyun oluyor bana, sanki basmışım parasını, gazino kapatır gibi kapatmışım tiyatroyu, havama bak sen.
Uvertürleri kısa kesip gelelim ana mevzuya. Ardı ardına gelen bir sürü makale, küçük öykü, anekdot ve muhtelif yazının birleşmesinden mürekkep bir kitap bu. Ferhan Şensoy'dan görmeye alıştığımız bir tarz malum. Deneme de diyorlar edebiyatlı abiler buna, lakin ben hiç sevmem o kelimeyi. "Beni mi deniyorsun?" diye yükselirim hatta yersiz ve zamansız. O yüzden şimdilik kendi tanımımda kalayım. Geniş bir skalaya yayılmış yazılar, kimi zaman pek gerilerden gelen anılar ve gözlemler içermekle birlikte, 90ların ortasına odaklanmış düşünmeler. Bizim de Rönesansımız o kadar oluyor demek? Her zaman olduğu gibi konuştuğu gibi yahut oynadığı gibi yazıyor Ferhan Şensoy. Sıklıkla sahnede olduğu izlenimi veriyor. Özellikle de Ferhangi Şeyler'e benziyor.
Bir çoğunun ham bir havası var. Öyle mi tasarlandı yoksa denendi ve olmadı mı o kadarı harcım değil. Ancak teoride zehir gibiyken pratikte bir takım sallantılar söz konusu. Yoksa o keskin gözlemsellenmeler ha tam şurada, bilemedin kapı arkasında.
Aslında tek bir ortak paranteze alarak, parantez öncesine getirecek çarpanla yorumlaması güç bu kitabı. Bütünü oluşturan parçaların, bütünün kendisinden daha büyük oluşu biraz hayal kırıcı. O yüzden kimisini pek içselleştirdim yazıların ve hikayelerin, kimisine ise ukalaca burun kıvırdım. "Eni Kaç Santim"de yaşanan, tam da benim başıma gelebilecek hadiselerden dedim (gülme çocuğum, öyle değil.), "Taraftar"a tanıdık dedim. "Dilin Diyalektiği Kıkırdaksız Oluyor"u ilginç buldum "Beni Sevmeyen Polis"e uyuz oldum. Paralarımız Evlendirelim mi ?, "Bolu Deneme Devleti", "Kıyamete Çeyrek Kala", "Gözümün Uzmanı", "Beklettim mi Sevgilim?" derken bir baktım kitabın üçte birini sayıyorum "iyiydi aslında" diye. Birbirinden çok farklı, başka bir biçimde birleşse hastası olacağım parçalar, belki araya karışan muazzam sıkıcılıkta (mesela Eylül) olanların dibe çekmesiyle, belki bilsem zaten editör olacağım kimi gizemlerin eseriyle, ortalama bir bütün oluşturabilmişti ancak.
Kancaları da az buz değil kitabın. "Bir çok mini edebiyat ekosistemi içermektedir, yiyecek atmayınız" yazsan yeridir kapakta. Ama Ferhan Şensoy'un tiyatrosunu da yoğun biçimde şekillendirmiş Bertolt Brecht bol kepçe doldurulmuş, belli ki şef elini korkak alıştırmamış. Kimi zaman atfıyla, yeriyle yurduyla, kimi zaman da ismiyle olmasa da cismiyle: Al kitabı, aç youtube kanalını "merhaba arkadaşlar, kanalıma hoş geldiniz, şimdi sizinle slime'dan Brent yapacağız" videosu otomatik upload olur.
90ların sonunun politik iklimi de doğallığında, yoğun bir şekilde sinmiş "Falınızda Rönesans Var"a. Darbe sonrası Türkiye'si, Özalcı alanı dönemi, oligarşik diktatörlüğün, neo-liberal diktatörlüğe dönüşmesinin ilk izlenimlerini görmek eğlenceli, Erbakan ve şürekasından bahsederken dile getirdiği temkinlilik vurgusu ve sağ sapmalı MD tavrının, hayat tarafından "Hold My Bear!" nidasıyla karşılanacağını bilmek de hafif komik geldi.
Bugün olsa net cancellanacağı -veya cancellanmaya çalışılacağı diyelim, zira ülkemizin pratik gerçeklerinden biri şudur ki siyasal islamcılar hariç herhangi bir grubun kimseyi cancellamaya gücünün yetmemektedir bu topraklarda- kimi mevzular, ayarsız bir zamparalığın belli belirsiz gölgesi ve kimi zaman pek seksist yaklaşımlar ise yine göze batıyor açıkçası. Daha toplumcu bir taraftan baktığımızda ise, ölümüne doğru çok daha belirgin hale gelmiş sağ sapmanın sinyalleri, belki de 90'ların sonundan tüm ülkenin içine batmaya başladığı tuhaf muhafazakarlaşma bataklığının öncü ipliklerinde bir iyotlanma halleri.
Yani uzun lafın kısası; en iyi kitabı değildi. Hatta diğerlerine kıyasla da biraz kelekti. Var yine kendine göre bir sesi, bırakacak üç beş sayfa izi. Ama ağızda kalan tat, şarap değil üzüm sirkesi.
Falınızda Rönesans Var’ı okudum. Üstattan okuduğum ikinci kitap oldu. Daha önce okuduğum Denememeler adlı kitabından daha başarılı buldum. Kitapta, yazarın başından geçen olaylar, eleştiri yazıları, sitemleri, gazete yazıları vb. çeşitli türlerde yazılar yer almaktadır. Bazı yazılar güldürürken bazıları da düşündürücüydü. Yazıların neredeyse hepsini beğendim.
Kitap üstadın kitaplarına başlamak için doğru bir tercih olabilir, ama kitaplarını okumadan önce birkaç oyununu izlemenizi tavsiye ederim. Kitaplarını kendi konuştuğu gibi yazdığı için kendisini izlemeyenler kitaplarını okuyunca, yazarın dil ve üslubunu beğenmeyebilir. Bu yüzden önce izlemeli sonra da okumalısınız.
Ne zamandır kütüphanemde bulunan bu kitabı ancak üstadın bu dünyadan göçmesinin hemen ardından okuma imkanı bulabildim. Ne zamandır gitmek istediğim Ferhangi Şeyler’e de bir türlü gitmediğim için çok pişmanım. Çok kıymetliydi, bir değerdi Ferhan Şensoy. Yazdıklarını okumak da onu tanımanın bir yoluymuş şimdi anlıyorum.
Ferhan Şensoy'un kendine özgü anlatımıyla küçük küçük pek çok denemesine ulaşabileceğiniz eğlenceli bir kitap. Güzel zaman geçirmek isteyenler için iyi bir alternatif.
Ozellikle Ferhan Sensoy'un tiyatrolarini izlemisseniz kitabi da hangi duygu ve vurgulamayla yazdigini tahmin edebilirsiniz. Kendi hatiralarini ve 90'larin siyasi iklimini yansittigi kisa kisa oykulerden olusan bir kitap olmus, ben okurken eglendim 🎭
"Ölümsüzlüğe erişmiş sevgili tiyatrocu ağabeyimiz Altan Erbulak, tiyatrocu olmak isteyen gençlere derdi ki:“Yavrucuğum, tiyatroculuk çok kolaydır, ilk otuz altı yılı zordur."
Başıma ne geldiyse, alnımın yazısıdır, zaten bunlar alnımıza biz doğmadan yani daha alnımız ortada değilken alnımızın ortasına Arap majüskül harfleriyle yazılmıştır..
Sizin böyle bir kararı tek taraflı olarak almış bulunmanız, filimlerde gördüğünüz gibi, dan diye sonuca sürüklemez sizi, hayatın kemirgen beklenmediklikleri sizi beklemektedir.
Bu ve fotokopisi durumlarda en akılcıl yol onun aptallığına ayak uydurmaktır. Çünkü aptallık dediğimiz özellik, hepimizde biraz bulunur.
Millet olarak, az biraz düşünüp ani kararla harekete geçiciyizdir. Bu çok az düşünme sonucu aklımıza dan diye gelen ilk sıradan düşünceyi de dahiyane bir buluş sanış, sanırım tamamen bize özgü bir şey.
“Yak bi sigara!” dedi biri. Yabancı değildi sesi, içimden geliyordu. Kırmadım onu, yaktım.
“Peki lan Şeytan!” dedi çocuk. Hayatta hiç denilmemesi gereken bir söz.
Olmak isterim, bu kazandipli dünyanın karpuz gibi yarılıp bitişini ben de görmeyi arzu ederim, buna çaba sarfedeceğim, ama başarılı olamayabilirim.
Padişah mangırın mutlak sahibidir. Toprak zaten onundur, o oralarda atla gezmektedir.
Ormanı kimin yaktığı, yandıktan sonra yerine ne yapıldığından da anlaşılabilir.
“Bakınız hanımefendi, ben bir gün ilkokulda elime verilen, hece fişleriyle oynarken “HAS”, “TİR” ve “SİK” hecelerini değişik biçimlerde sıraya koyarak, kulağa en hoş gelenin “HASSİKTİR” olacağını düşünüp icad etmedim bu sözcüğü, çok küçükken bir yerde duydum, o zamandan beri, örneğin şu an sizinle olduğu gibi, yeri geldiğinde kullanıyorum.
Hayatımda hiç bir şeyi bir yararı olacak diye yapmadım. Bedenime yapılan tıbbi müdahaleleri bile bana yararı dokunacağını düşünerek değil, sırf doktorun hatırı kırılmasın diye, içimde çok gizlediğim bir Bektaşi dergâhından yadigâr tevekkülümle kabullendim.
Çağdaş Fransız tiyatro yazarı Jean Claude Grumberg’in “JOB” isimli iki kişilik oyunu, Tanrı ve onun öbür dünyaya göç etmiş kulu Job arasında geçiyor. Tanrı ayakkabılarını boyamakta olan kulu Job’a diyor ki: “Ben insanı, kendimin bir kopyesi olarak yarattım. İnsanı yaratırken onun hamuruna bu “umut” dediğiniz şeyi koymadım. Çünkü bende böyle bir şey yok. Nerden çıktı lan bu umut? Bunu kim uydurdu?”
Çok küçüktüm zaten, bütün manyaklıklarımı herkeste varolan doğal şeyler sanıyordum. Ne kadar manyak olduğumu ben çok geç anladım, iş işten geçmişti.
---------------------------------
ŞİŞE İLE KAPAĞI MAAŞA ZAM ENİ KAÇ SANTİM PARALARIMIZI EVLENDİRELİM Mİ? ISLAK ISLIK SAYIN BİLİNÇALTI DİŞ İŞLERİ BEKLETTİM, Mİ SEVGİLİM? TORBADAN ÇIKAN HASAN KIYAMETE ÇEYREK KALA HANGİ ŞARKI? ATATÜRK’ÜN DEV KIYAĞI CENAZE GÜVENLİĞİ EVDE TATİL SENİN KEDİNİ NİYE BEN SEVİYORUM? NATO ŞİFRELERİ LİBERAL DÜŞÜNÜZÜ İZLEDİM SOLUCAN SOLUCANI SEVMİYOR
This entire review has been hidden because of spoilers.
Atatürk, istese çok yakışıklı bir padişah olabilecekken, bize dev bir kıyak yapıp demokrasiyi armağan etmiş. Armağan, hele ne olduğunu bilmediğimiz bir şeyse bizim için bir değer oluşturmaz. "Size Sidney'den bumerang getirdim efendim!" Diye paketi uzatan dostunuza boş boş bakarken, hıyarağa getire getire ne getirmiş, diye düşünebilirsiniz. Böyle abuk hediyeler aldığımız ve nereye koyacağımızı, ne yapacağımızı bilemediğimiz çok olmuştur. Oysa sahip olmak için uğraştığımız, didindiğimiz güç bela edindiğimiz şeyler, bir bisiklet, bir cep telefonu, bir walk-man bizim için ne kadar değerlidir. Bu yüzden Atatürk tarafından bize bir demet çiçek olarak sunulan demokrasinin değerini ve ne olduğunu bilmiyoruz. Bu ay Ferhangi Şeyler gösterisine gidebildim Ferhan Şensoy'un. Üstadın kitaplarını da arasıra fırsat buldukça okurum. Geçmişten günümüze artarak giden gözlem yeteneği, kendine has konuşma ve yazı üslubu ile yazdıklarından mutlu olduğum bir yazar, senarist, düşünce adamıdır. Kitapta da 2-3 sayfalık öykülerle, hem yaşama dair tespitleri, hem de kendisinden örnekler görmekteyiz. Alın, okuyun. Yolda, bir yerde otururken birkaç tespit ile renk gelsin yaşamınıza. Hepi topu birkaç günde bitecektir zaten.
bölümler halinde çok keyifli iki gün geçirmemi sağlayan ferhan şensoy kitabı. kitap şensoy'un farklı zamanlarda başından geçen olaylardan,hayata ve memlekete dair gözlemlerinden oluşuyor. yer yer ağlayacak halinize gülüyor,yer yer de ustayla beraber hüzünleniyorsunuz. usta çok yaşasın,hep yazsın biz de hep okuyalım.
kitapta en çok beğendiğim bölümler;
-maaşa zam -victor hugo sefiller ve onun yazılma sefaleti -bolu deneme devleti -ben o kitabı gördüm -dümbüllünün çok gizlice anılışı -torbadan çıkan hasan -anten sevmez güvercin -şeytan piknikte -kıyamete çeyrek kala -hayretle gökyüzüne bakan insanlar -atatürk'ün dev kıyağı -gölde van gogh çığlığı -sıkı tutun ortaçağın ucundan -senin kedini niye ben seviyorum? -beni sevmeyen polis -çocuk cumhuriyet bunak cumhuriyet -reyting mahallesi -zamanın çok ince dilimleri -karadenizden manş denizine giden fındık kabuğu -umuyorum ki varım -şarkı sözü olarak özgürlük -solucan solucanı sevmiyor
Basımından 22 yıl sonra okuduğum için arada geçen zamanın çok da geçmediğini gösteren kitap. Türkiye'nin meseleleri hep aynı. Değişen bir şey yok. Ferhan Şensoy zekası, bilgisi, kitapkurtluğu, ironisi ve hicviyle iyi anlatıyor derdini. Ama denemelerin yarısı pek bir yere varmıyor. Varıyor da nasıl diyeyim, takside yazıp geçmiş gibi. Bazı konular başka denemelerde tekrar karşımıza çıkıyor. Halbuki bunları birleştirebilir daha düzenli bir şey çıkarabilirdi. Okuyana illa bir şekilde temas edebilecek bir kitap olması ve kendine has üslubunu koruması hasebiyle iyi bir kitap.
Ferhan Şensoy'un kendine has üslubuyla milenyumdan önce yazmış olduğu her biri birkaç sayfalık denemeler. Tiyatronun da verdiği etkiyle yazılar kelime oyunları ve espirilerle akıyor elinizde. 1998'de yazımı tamamlanmış kitapta kadın ve hayvan üzerine bugün pek de kabul görmeyecek ifadeler de yer alıyor. Ancak bunu 22 yılda değişen algıya ve değerlere mal ediyorum.
Bazı bölümleri sıkıcı olsa da genel olarak keyifli bir kitap. Gördüğüm en büyük handikap, akılda bıraktığı tortunun diğer Ferhan Şensoy kitaplarından daha az olması. Bir zaman geçtikten sonra tekrar başlarsanız muhtemelen ilk sefer ki gibi bir etki yapacaktır.
Ferhan Abi'nin kendine has jargonuna bayılıyorum. Kimsenin ağzına yakışmayan kelimeler ona yakışır, başkasında sakil duran anektodlar ona tam kalıptır. Nev-i şahsına münhasır olmak bu devirde zordur, onun yeri her devirde ayrıdır. Halihazırda okuduğum ve henüz okumadığım nice satırları var, döne döne okumaya niyetliyim. Naçizane, tavsiye ederim. =)
Ferhan Şensoy’un mükemmel gözlem yeteneğindeki yazdığı anektodlardan oluşan kitabı. Kitabın bir kısmı geyik olsa da bütünlüğe baktığımız zaman dönemin ciddi konularına parmak basmış büyük usta. Ciddi bir şeyler okumak istemiyorsanız, okurken bir nebze de olsa yüzünüzün gülmesini istiyorsanız tam size göre bir kitap.
Akıcı diliyle okunabilir ve rahatlıkla anlaşılabilir bir kitap tabi yazar ile ilgili iseniz . "Kalemimin sapını Gülle Donattım ve Başkaldıran Kurşun Kalem " kitaplarını sırasıyla okumuş olmanız bu kitap içindeki anlatımlarda sizi daha iyi aydınlatıyor.